Milli Mücadele’yi Sultan Vahideddin Başlattı

Milli Mücadele’yi Sultan Vahideddin Başlattı







Sultan Vahideddin tahta çıktığında ilk icraat olarak şehzadeliğinde onunla birlikte Almanya’ya seyahat ettiği Mustafa Kemal Paşa’yı Suriye’deki yedinci ordu kumandanlığına tayin etmek olmuştu. Fakat çok az bir müddet sonra bu cephede maruz kalınan feci mağlubiyet, müttefiklerimizden Bulgarlar’ın münferid sulh akdederek kenara çekilmesi ve Almanlar’ın fiilen yenik düşmesi gibi sebepler yüzünden 30 Ekim 1918’de “Mondoros Mütakerenâmesi”nin imzalanması önlenemedi. Ancak Sultan Vahideddin bu mütakerenin ileride nasıl tatbik edileceğini çok iyi kavramıştı. İçinde suistimale müsait maddeler vardı. Bu sebeple onu müttefiklerin teklif ettikleri tarzda ve aynen kabul eden hükümeti değiştirdi. Ama bu yeterli değildi. Başka yollar aramaya başladı. Bu sırada vatanı bu bâdireye sürükleyen İttihad ve Terakki reislerinin her biri bir dış memlekete kaçmıştı. Durum çok nazikti. Gerçekten az bir zaman sonra İstanbul da dahil olmak üzere aziz vatanımızın en kıymetli parçaları düşman işgal ve istilalarına maruz kaldı. Müttefikler kendi stratejik emniyetlerinin ileri sürerek Mondoros Antlaşmasının yedinci maddesine istinad ediyorlardı. Sulh şartlarını da bu işgal ve bu istilalara  meşruiyet verecek bir biçimde teklif ve tanzim edecekleri muhakkaktı. (1) Diğer yandan Yunanlılar’ın İzmir’e müttefiklerin müsaadesiyle bir çıkarma yapacakları hakkında bir söylentiler duyulmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa ve Sultan Vahidettin Sultan Vahideddin, ufukta beliren vahim tehlikelere karşı Anadolu da bir mukavemet hareketi düşünüp, bunu tepesindeki işgal kuvvetlerine rağmen en dikkatli bir şekilde planlandı. Bu cümleden olarak yaverlerinden M. Kemal Paşa’yı geniş yetki ve imkanlarla teçhiz ederek Anadolu’ya gönderdi. İşte yakın tarihimizde “Milli Mücadele” adı verilen Türk – Yunan Muhârebesi ve onun neticesi olan zaferin gerçekleşmesini sağlayan hareketlerin ilk ve en önemlisi budur. Bu da Sultan Vahideddin’in eseridir. Ancak bu büyük, fakat talihsiz padişahın sonradan “Kuvay-ı İnzibâtiye”nin tesisi ve mâhud “fetva”ların ısdarı gibi M. Kemal Paşa ve onun giriştiği mücadelenin aleyhinde görülen bazı davranışlarda bulunduğu görülmüştür. Fakat bunların birincisi düşmanın gözünü boyamaya mâtuf bir muvazaydı. (2) İkincisi ise bizzat düşman tazyikinin eseri idi. (3) Unutmamak gerektirir ki, M. Kemal Paşa Anadolu’ya gönderilirken bile İstanbul işgal altında bulunuyor ve işgal kuvvetleri her şeyi kontrol altında tutuyorlardı. Kendisine “Samsun ve etrafındaki asâyişsizliği yerinde görüp gerekli tedbirleri almak” gibi gerçek maksatla bir vazife verilmiş ve yola çıkarılabilmesi için işgal kuvvetlerinin muvafakatini almak mecburiyeti hâsıl olmuştu. Milli Mücadele’nin bir iki vasfına temas edelim: a) Milli Mücadelenin şan ve şereflerle dolu olan genel Türk tarihi içinde iddia ve ifade edildiği kadar önemli bir yere sahip değildir. Aşağı yukarı orta kuvvetlerde Yunanistan gibi küçük bir devlete karşı gerçekleştirilmiştir. Ancak o dönem memlekette cereyan eden çok büyük bir yıkım ve zaruret devresine rastladığı için manevi değer ve önemi çok büyüktür. İşte kanaatimizce üzerinde durulması gereken husus budur. Yunanistan gibi takriben beş asır idaremiz altında yaşayan küçük bir devletin, Sakarya’ya kadar gelebilmesi, milli izzet-i nefsimizi ağır bir suretle yaralamıştı. Bu ızdırabı buruk bir ifade ile: “Ankara’nın taşına bak, Gözümün yaşına bak, Biz Yunana esir olduk, Şu tâlihin işine bak!…” Diyerek dile getiren halkımız, müyesser olan zaferle gurur ve haysiyetinin kurtulmasının derin sevincini yaşamıştır. Hakikaten de öyle, maazallah Yunan’a yenilseydik çok ayıp olurdu. Milli gurur ve izzet-i nefsimiz tamir kabul etmez derin bir yara alırdı. Fakat yendiğimiz için de fazla övünmemizi –şahsen- yakışıksız bulmaktayız. Hele bayram üstüne bayram yaparak ve bu hadiseyi abartarak ulaşılmaz nadir bir zafer gibi göstermek bilmem bizim gibi yüzlerce savaş kazanmış, ülke, şehir ve kaleler fethetmiş,  üç deniz yedi kıtaya hükmetmiş ecdadın torunlarına ne kadar yakışır!.. İhtimal bu hatalar, o hadisenin yeniliğinden doğmaktadır. Ancak Milli Mücadele hakkındaki mübâlâğaların hepsini sırf bu sebeple izah etmek mümkün değildir. Muhakkak ki bunların pek çoğu da daha sonra ortaya çıkan inkılâp hareketlerine mitolojik bir takviye sağlamak heves ve gayretlerinin eseridir. b) Milli Mücadele bir veya birkaç ferdin değil, bütün bir milletin eseridir. Yediden yetmişe herkes, elinden geleni herkes yapmıştır. O öyle bir şahlanış devridir ki; âdeta, dağlar taşlar bile aynı mukaddes gâyeye yönelmişti. Çünkü Türk Milleti’nin bin yıldır haşır neşir olduğu cihad gayreti ve islâmi vecdini tuğyan haline getirmişti. Bu bakımdan denilebilir ki; zafer, sadece İslâm’ın eseri olmuştur!… Ama netice?… Kaynakça: (1) Gerçekten bilahare teklif edilen Sevr sulh projesinin bu mahiyette olduğu görülmüştür. Bundan “proje” olarak bahsedişimiz sebepsiz değildir. Sultan Vahideddin’i o, Sultan II. Abdülhamid’e benzeyen keskin zekasıyla “Mecelle-i Musibet” adını taktığı bu sulh teklifini imza ve tasdik etmeyerek (Bkz: Ahmed Reşid Bey (H. Nâzım) – Gördüklerim, Yaptıklarım – İstanbul 1945, s. 299) onun sadece bir proje, halinde kalmasını sağlamıştır. O kadar ki; Sevr’den M. Kemal Paşa’nın nutkunda ve İnönü’nün hatıralarında bile “proje” olarak bahsedilmektedir. (Detaylı bilgi için bkz: Kadir MISIROĞLU – Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C.1, İstanbul 1971, s. 41 vd) (2) Bkz: Tarık Mümtaz GÖZTEPE – Osmanoğullarının Son Padişahı Vahideddin Mütakere Gayyasında, İstanbul 1969, s. 269 vd) (3) Bkz: Fevzi Çakmak’ın T.B.M.M’deki konuşmasından naklen Kadir MISIROĞLU – Kurutuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler, İstanbul 1974, s. 84 vd) 

Kaynak Linki: http://www.ceddimizosmanli.net/milli-mucadeleyi-sultan-vahideddin-baslatti/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karahanlı Devleti: 840-1212 (Bilge Kül Kadir Han)

Batı Hun İmparatorluğu: MÖ 48-MS 216 ( Pi)

Avrupa Hun İmparatorluğu: 375-469 (Balamir)