İslâm Birliği’nde Halifeliğin Gücü


İslâm Birliği’nde Halifeliğin Gücü






Hiç şüphesiz İslam ülkelerinin günümüzde geri kalmasının sebebi bizce Müslümanların başında bir Halife olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir milyardan daha fazla müslümanın yaşadığı  dünya coğrafyasında Müslümanların başsız olması çok acı vericidir. İşin ekonomik, sosyo ve kültürel tarafı bir yana aşağıda da zikredildiği üzere Sultan II. Abdülhamid’in: “halifenin bir sözü cihadı meydana getirmeye kâfidir” sözü yerinde bir tespittir. İngiltere’nin, Osmanlı toprak bütünlüğünü zedeleyecek Ermeni tezlerine sahip çıkması, II. Abdülhamid’i bir an bocalatacak; fakat kısa süre zarfında İngiliz sömürge imparatorluğunu içten sarsabilecek alternatif bir silah bulmakta gecikmeyecekti: “Panislâmizm” (İslam Birliği). Sultan Abdülhamid’e göre, bütün Avrupa’nın parçalamak için gözünü diktiği Osmanlı Devleti’ni ve topraklarının çoğu Batılılar tarafından işgal edilip sömürgeleştirilen İslâm Dünyası’nı kurtaracak yegâne ümit, tüm Müslümanların Batı emperyalizmine karşı Hilafet ve İslam Birliği etrafında birleşip örgütlenmesindeydi. Buna hatıratında tafsilatlı bir şekilde şöyle parmak basmıştır: “Dindaşlarımızla meskûn (yerleşik) olan memleketlerin, büyük devletlerin elinde olması pek acıdır. Osmanlı İmparatorluğu’na yirmi milyon Müslüman kalmıştır, buna rağmen bütün Müslümanların gözü İstanbul’dadır. Düşmanlarımız maddî kudretimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, manevî kudretimiz baki (daimi) kalacaktır… İstikbal için yalnız bu birlikte ümit vardır. İslâmiyet’in birliği devam ettiği müddetçe İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda elimde sayılırlar. Çünkü tabiiyetlerinde (hâkimiyetlerinde) bulunan Müslüman memleketlerinde, halifenin bir sözü cihadı meydana getirmeye kâfidir ve bu Hıristiyanlar için felaket demektir… İngiliz idaresinde 85 milyon, Hollanda kolonisinde 30 milyon, Rusya’da 10 milyon vs. ceman (toplam) 250 milyon Müslüman, kurtuluş için Allah’a yalvarmakta ve Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) vekili olan Halifeye ümitlerini bağlamışlardır.” (1) Zaten, ceddi Yavuz Sultan’dan sonra “İslam Birliği“ne ikinci kez önem ve ağırlık veren, devletinin en mühim politikalarından biri haline getiren ve bunu sağlama yolunda da “Halifelik Müessesi“ne milletler arası arenada eski güç ve itibarını yeniden kazandırarak; onu Osmanlı tarihinde ilk defa bu denli etkin ve aktif bir biçim de kullanan ve dış politikasının en sağlam ayağı haline getiren padişah Sultan II. Abdülhamid Han olmuştur. Abdülhamid Han, başta Mısır ve Hindistan olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeleri sömürgeleştiren İngiltere’yi, Halifeliğin, maddî ve manevî nüfuzunu kullanarak, Hıristiyan efendilerine karşı isyana teşvik edebileceğini söyleyerek hizaya sokmaya çalışmıştır. Abdülhamid, Hint sömürgesinin korunmasında son derece hassas olan İngiltere’yi bu yöntemin, Uzakdoğu’da meşgul edip Osmanlı’yla uğraşmaktan alıkoyacağını; hem Ermenilerin şampiyonluğunu yapmaktan, hem de Mısır’ı işgalden onları vazgeçirebileceğini tasarlamaktaydı. (2) Bu gayeyle, Batılıların sömürgesi altında bulunan Müslüman topluluklarla ilişki kurmuş ve manen de olsa onları İstanbul’a ve kendisine bağlamaya muvaffak olmuştur. “Onun, Çin, Fas, Hindistan, Buhara ve bilhassa imparatorluğun eski vilayetleri olan Mısır, Tunus, Bosna, Kafkasya vs. gibi gayrimüslimlerin idaresine düşmüş yerlerde adamları vardı… Onun bütün kabilelerde, hata en asi bedeviler arasında bile temsilcileri vardı.” Abdülhamid, çoğu tarikat şeyhi olan bu gizli temsilciler aracılığıyla, Türkistan’a (Buharalı Şeyh Süleyman Efendiyi göndermişti), Hindistan’a, Afrika’ya, Japonya’ya, hatta Çin’e kadar elini uzatmış ve bu uçsuz bucaksız coğrafyada adını, devletinin itibarını ve halifeliği geçer akçe kılmasını bilmişti. Sultanın bu faaliyetlerini açık bir biçimde yürüten meşhur tarikat şeyhleri, Ebu’l-Huda, Şeyh Rahmetullah, Seyyid Huseyn el-Cisr ve Muhammed Zafir’di. Ancak, büyük davanın esas yayıcıları, gizli olarak faaliyet icra eden tarikat şeyleri, dervişler ve Seyyidler idi. Bu şeyhler sayesinde, hilafet kurumu milletler arası bir hüviyet kazanmış ve Osmanlı’nın siyasî otoritesi, sınırları dışına taşarak Çin ve Japonya’da dahi cuma hutbeleri Sultan Abdülhamid adına okunur hale gelmişti. (Bugün dahi zaman zaman Afrika, Hindistan, Güneydoğu Asya gibi Osmanlı’nın “yitik coğrafyalarında” hutbelerin hâlâ onun adına -sanki Osmanlı hâlâ varmış ve tahtta da Abdülhamid Han oturuyormuşçasına- okunduğunu bildiren haberlerle karşılaşmamız sürpriz olmamaktadır.) (3) Çinde bir Osmanlı Üniversitesi. Çinde günümüzde dair Abdülhamid Han’a hutbeler okunmakdadır. Abdülhamid, Çin’deki Müslümanlarla ilişki kurup onları kendisine bağlamak amacıyla, gayriresmî adamlar yanında resmî heyetler de göndermişti. Bunların en önemlisi, Enver Paşa (bizim bildiğimiz meşhur Enver Paşa değil, Polonya asıllı başka bir Enver Paşa) başkanlığında 1901 ‘de gönderilen heyettir. Enver Paşa, beraberinde hanımı, bir yüzbaşı, iki kâtip, iki molla, iki asker ve birkaç hizmetçi olduğu halde, oradaki Müslüman Çinlilerle temas kurmuş ve durumlarını inceledikten sonra tekrar Türkiye’ye dönmüştü. Onun bu faaliyetleri semeresini verecek ve Çin Müslümanları, Sultan Abdülhamid’in adını taşıyan ve kapısında Osmanlı bayrağının dalgalandığı Pekin Hamidiye Üniversitesi’ni açacaklardır. Daha da mühimi, 70 milyon Çinli Müslüman Abdülhamid’e bağlılıklarını bildirmişlerdir. (4) Diğer taraftan Kuzey Afrika’da ise, -Sultan Abdülhamid’in de bağlı olduğu- bilhassa Şazeliye ve onun bir kolu olan Medeniye tarikatları tesirli bir faaliyet içerisine girmişlerdi. Dönemin Fransız Konsolosu, bu iki tarikat özelinde  tarikatların, Osmanlı’nın Batı’ya karşı kullandığı “en korkulu silah” haline nasıl geldiği hakkında şu tespitleri yapmıştır: “Şunu iddia edebileceğimi zannediyorum ki, bu iki tarikat imtiyazlı olup, gayretleri ve siyasi faaliyetleriyle diğer İslâm î cemaatleri geride bırakmaktadırlar. Hülasa olarak -kuvvetli teşkilatları, mensuplarının çokluğu, sahip oldukları zenginlik ve yukarıdan gelen özel himaye sebebiyle bu iki tarikat bugün için, Türk siyasetinin en faal ve en korkulacak aletleridir.” (5) Vahdeddin’in yeğeni, Mediha Sultan’ın torunu Mahmud Sami Efendi’nin, Afrika’da yüzyıllarca devam eden Abdülhamid sevgisi ve tesiri hakkındaki şu dehşet ve hayret verici hatırası bu noktada son derece anlamlıdır: “İngiltere’de BBC’de çalışıyordum. Beni Kenya’ya gönderdiler. Bir köyden geçerken köyün ismini okudum “Abdülhamid” yazılıydı. Köye bizzat Abdülhamid Han’ın emriyle bir cami yaptırılmış. Caminin ve köyün adı da Abdülhamid olmuş. Camide cuma günleri o günden beri hutbeler Abdülhamid adına okunuyormuş. Beni koklayıp öpmüşlerdi. Ben de ağladım, cami imamı da yanımızdakilere…” (6) Ünlü İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee, Pan-İslâmizm’in, İslâm âlemini uyandırmadaki muazzam tesirine ve Batı emperyalizminin sömürgelerdeki hâkimiyetini sona erdirmede ne büyük bir tehdit unsuru olduğuna şöyle işaret etmişti: “Pan-İslâmizm uykudadır. Fakat bizim, bu uyuyanın her zaman uyanabileceğini hesaplamamız lazım. Şayet bir gün bu güç, Batı egemenliğine karşı çıkıp Batı düşmanlığını parola edinerek harekete geçecek olursa; İslâm’ın vurucu esprisi üzerinde öyle bir psikolojik tesir yapacaktır ki, Ashab-ı Kehf gibi uzun bir müddet uyumuş olsalar bile, bir kahramanlık çağını başlatarak uyanacaklardır.” (7) 31 Mart vak’asının tertipçileri arasında bulunan şair Rıza Tevfik, bu hadisenin ardında İngiliz parmağı olduğunu ve bunda, Halifelik kurumunun İslâm dünyası üzerindeki eşsiz güç ve itibarının etkisini, İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nikolsen’ın ağzıyla şöyle itiraf etmiştir: “Rıza Tevfik Bey, biz bilhassa Hindistan’da İslam ülkelerini idaremiz altına alabilmek için milyarlarca altın harcadık ama başarılı olamadık. Hâlbuki Sultan Abdülhamid, her yıl bir ‘Selam -ı Şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim ‘ gönderiyor ve bütün İslam ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor. Biz bu ihtilâlle, siz Jön Türklerden hilafet kuvvetinin ortadan kaldırılmasını bekledik ve aldandık.” (8) Acaba hiç düşündünüz mü? Şuan neden Müslümanların başında bir Halife yok lakin Hıristiyanların başında bir Papa var? KAYNAKÇA (1) Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, İstanbul, 1984, Dergah Yay, s. 17 (2) Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus, İstanbul, 1991, Hikmet Neşr., s. 119; İhsan Süreyya Sırma, II. Abdülhamid’in İslâm Birliği Siyaseti, İstanbul, 1985, Beyan Yay ., s. 32; Sırma, Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi, İstanbul, 1998, Beyan Yay ., s. 11. (3) Uriel Heyd, Foundations of Turkish Nationalism, London, 1950, s. 101; Victor Berard,Le Sultan, L’lslam et les Puissances, Paris, 1907, s. 31, 36; nak. Sırma, a.g.e., s. 11, 100; Sırma, İslâm Birliği Siyaseti, s. 32-33 (4) Archiv es du Ministere des Affaires Etrangeres Françaises. N. s. Chine Vol, 81, s. 29; nak. Sırma, a.g.e., s. 17, 19, 127, 139-154. (5) Sırma, a.g.e., s. 12-13. (6) Mustafa Köker’in Röportajı, Tarih ve Düşünce dergisi, Ekim 2003, Say ı: 43, s. 38. (7) La Civ ilisation a l’epreuv e, Paris, 1951, s. 228; nak. Sırma, a.g.e., s. 26. (8) Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, İstanbul, 1993, Türk Edebiyatı Vakfı Yay ., s. 135-136. 

Kaynak Linki: http://www.ceddimizosmanli.net/islam-birliginde-halifeligin-gucu/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karahanlı Devleti: 840-1212 (Bilge Kül Kadir Han)

Batı Hun İmparatorluğu: MÖ 48-MS 216 ( Pi)

Avrupa Hun İmparatorluğu: 375-469 (Balamir)