Osmanlı İmparatorluğu: 1299-1922 (Osman Gazi)

OSMANLI DEVLETİ
(1299-1918/1922)


* Kurulduğu yer ve kapladığı alan: 

Önce Bursa civarında, Söğüt'te bir uc beyliği olarak bulunan Osmanlı Beyliği, daha sonra Anadolu Selçuklularının dağılışı, İlhanlıların Anadoludaki nüfuzunun azalması ve Bizans üzerine fetihleriyle büyümeye, genişlemeye başladı. Bursa, İznik, Edirne, İstanbul fetholunarak devletin başkenti oldular.

Osmanlılar, Selçukluların tarihi varisi olarak Anadoluda Türk siyasi birliğini sağladıktan sonra, Türk tarihinin en kudretli devrini yaşattılar. Osmanlı Devletinin sınırları doğuda Hazar denizi, Kafkasya ve Irak'tan batıda Viyana'ya kadar, kuzeyde Kırım ve Ukrayna dahil güneyde bütün Kuzey Afrika kıyıları, Arabistan yarımadası ve Umman denizine kadar ulaşıyordu. Kapladığı alan 20.000.000 kilometrekare idi.

* Zaman: 

Osmanlı Devletinin kuruluşu olarak genellikle 1299/1300 tarihi gösterilirse de, bu tarih Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar (1308) uzatılabilir. Fakat Orhan Bey zamanın da bile (1324-1360) doğuda İIhanlılar metbü tanınıyordu.

Hutbe okutmak ve adına para bastırmak devlette hükümranlık işaretidir. Gerçi Osman Bey, adına ilk hutbeyi 1299'da okutmuş ve para bastırmış, Orhan Bey de adına akçe kestirmişti. (1327) Fakat 1302'de ilhanlı komutanı Çoban Bey'e Osman Bey, oğlu Savcı Bey Komutasında asker göndermişti. Yine Osmanlı akınlarından taciz olan Bizans İmparatorluğunun, İlhanlı Gazan Han'a şikayeti üzerine, O'nun emrine Osman Bey itaat ederek akınları durdurmuştu. Aynı durum İlhanlı Olcaytu Han zamanında da sürdü.

Orhan Bey'in akçesinin bir yüzünde de İlhanlı Hakanı "Sultan-ı Azam" diye anılmaktaydı. O'nun devrinde İlhanlılara (İran Moğolları) vergi verilmekteydi. 1335'de İlhanlı Devletinin yıkılmasıyla, diğer Anadolu Beylikleri gibi, Osmanlı Beyliği de tam istiklaline sahip olmuştur.
Mondros Mütakeresi (30 Ekim 1918) Osmanlı Devletini fiilen yıkmıştır. Bir devlet olarak topraklarının bütünlüğünü, milletinin istiklalini ve hükümranlık haklarını koruyamamaktadır. Bu hususlar daha sonra Amasya Genelgesiyle belirtilecek ve Milli Mücadelele'nin ilk adımı atılacaktır. Osmanlı hükümeti varlığının icabını yerine getiremiyerek Türk milletini yok göstermektedir. Bu durum Sevr Anlaşmasıyla yeniden belgelenir.
Saltanatın kaldırılışını (Kasım 1922) Osmanlı Devletinin resmen ve fiilen yıkılışı sayabiliriz. Artık eski devleti tanımlayan en önemli sıfat, Osmanlı sıfatı kalkmakta, milli tanımla "Türk" sıfatıyla yeni devlet tanımlanmaktadır.

* İnsan: 

Osmanlı Devletini kuran Osman Bey ve aşireti, Oğuzların Gün-Han kolunun Kayı boy'una mensup idiler. Ongunu şahin kuşu, damgası iki ok ile arasında biryay'lı ok idi. (İYİ) Bu şekil Osmanlı paralarında, silahları nda değişik biçimlerde kullanılmıştır.*502'
Osman Gazi'nin bazı art niyetli yabancı tarihçilerce Bizansın Komnen soyuna bağlanmasının yahut sonradan Müslüman olmuş gösterilmesinin veya Moğol soyundan gösterilmesinin de bir aslı yoktur.

Osmanlıların mensup olduğu Kayı'lar ilk Selçuklu fetihleriyle Anadoluya gelmişler ve uc'lara yerleşmişlerdir. XII.yy. sonlarında önce Ertuğrul Gazi sonra Osman Gazi yönetiminde bulunan 400 çadır halkın Eskişehir civarında Türk-Bizans uc'una yerleştiğini biliyoruz. Yakın araştırmalardan anlaşıldığına göre Ertuğrul Gazi'nin babası Gündüz Alp annesi Hayme Ana idi. O'nun türbesi bugün İnegölün. Domaniç nahiyesinin Çarşamba köyündedir. (Ayrıca bkz. İ.H. Uzunçarşılı "Osmanlı Tarihi" C:l, 3.bsk. Ank. 1972. Sf:97-103) Ertuğrul Gazi, Osmanlı kaynaklarında gösterildiği üzere 90yaşını geçtiği halde 1281 veya 1288'de vefat etmiştir. Türbesi kendisinin fethettiği Söğüttedir

* Bayrağı: 

Bayrak da hutbe ve paranın yanında hükümranlık işaretidir. Selçuklu Sultanı Alaaddin tarafından Osman Bey'e beylik işareti olarak ok ve sancak ile mehter takımı gönderildiği rivayet edilmektedir. Fakat ilk devirlerinde bu bayrağın al (kızıl) renkte olduğu hakkında üstü kapalı şekilde bilgiler vardır.(S04) Bazen yeşil ve siyah renkli bayraklar da kullanılmıştır. Fatih devrinde padişaha mahsus sancak "ak" sancak idi.
Osmanlılar zamanında hilal devletin sembolü, işareti olmuştur. Çeşitli renklerin üzerine, değişik şekillerde hilaller yerleştirilmiştir. Evvelce, Osmanlı Devletinin yükseliş devirlerinde görülen üç hilalli bayrak Rum-Kayser İmparatorluğu, İla-ı Kelimetullah ve Kızıl Elma'yı sembolize ediyordu.
III. Selim zamanında, Nizam-ı Cedit kıt'aları için kırmızı, ortasında sarı sırma ve hilal yahut ortada hilalin yanında sekiz köşeli yıldız bulunan bayrak kullanıldı. Sancaklık bezlerin kırmızı olması kararlaştırıldı.

II. Mahmud zamanında "Asakir-i Mansure-i Muhammediye" için siyah üzerine kelime-i şehadet yazılı bayrak kabul edildi. XIX.yy'da ise üzerinde yıldız ve hilal işareti bulunan al (kırmızı) renkte bayrak kullanıldı köşeli yıldız kullanılmaya başlandı. Bu suretle Abdülmecid'in son zamanlarında bayraklarımızdaki yıldız beş köşeli oldu.

* Siyasi tarihinin önemli olayları: 

Osmanlı tarihi, araştırmalarda genellikle "Kuruluş-Yükseliş-Duraklama-Gerileme-Yıkılış" devirleri diye bölümlere ayrılmıştır. Bu tabii mutlak bir tasnif değildir. Bu araştırmada aşağı yukarı yine bu tasniften hareket edilerek olayların kronolojiksıralaması veya padişahların biyoğrafileri değil de devletler arası siyasi ilişkilerin karakterleri ve sonuçları konu edilecek ve Osmanlı Devletinin beynelmilel rolü belirtilecektir.
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından itibaren iç politikası Anadolu'da Türk siyasi birliğini kurmaya yönelik olmuştur. Böylece merkezi bir devlet kuvvetle kurulacak ve önemli bir siyasi rol oynayacaktır. Bu meselede Osmanoğullarının siyasi rakibi Karamanoğulları olmuştur. Fakat siyasi ortam ve olaylar, bulunduğu coğrafi konum Osmanoğullarını lider yapacaktır.

Osmanlılar, Anadolu'da dikkatli bir politika izlerken, batıda Bizans ve Rumeli üzerinde fetih politikası ve şuurlu bir iskan politikası uygulayacaklardır. Evlilik bağları, çehiz almak suretiyle, bazen savaşlarla Anadolu Türk birliği I. Bayezıd (Yıldırım) zamanında büyük ölçüde (1389-1402) sağlanırsa da Ankara Savaşıyla (1402) bu birlik parçalanırve devlet buhrana düşer. (Fetret Devri.) Bundan sonra birliğin sağlanması Fatih Sultan Mehmed'le büyük ölçüde gerçekleşirse de, Yavuz Sultan Selim devrinde tamamlanır.

(1516)

Batıda ise, 1453'de kesin şekilde çözümlenecek olan Bizans imparatorluğu ile münasebetleri görürüz. Bizans, uzun siyasi ömrünün yanında, batının Ortodoks-Rum kültürünün de temsilcisi olması bakımından önem taşımaktadır. Aslında artık İstanbul ve çevresinden ibaret kalmıştır. Batıdan, Balkanlar üzerinden ve Anadoludan Müslüman-Türklerle yaptığı mücadelelerde sürekli geri çekilmeye başlamıştır. Balkanlardan gelen Türkler, kudretli ve devamlı bir siyasi organizasyondan mahrum olduklarından ve Slav-Ortodoks kültürü içinde eridiklerinden Bizans için tehlike olmaktan çıktıkları gibi, Anadolu'da Bizansın hizmetine de girmişlerdir. Fakat Anadolu üzerinden gelen Müslüman-Türk ilerleyişi başka bir karakterde idi. Anadolu iki kültürün mücadelesine sahne olmaktadır. Bu mücadelelerin tarihi ve kültürel yanıdır. Osmanoğulları Emevi ve Abbasilerden itibaren gelen, Selçuklularla devam eden siyasete varis olmuşlardır.
Osman Bey zamanında Bizansla ilk savaş Baphaon (Bursanın kuzey doğusunda Koyunhisar) karşılaşmasıdır. (27 Temmuz 1302) Bu zafer sonunda Bursanın batısındaki Kite Hisarı alındı. 1320'den sonra yönetimde Osman Bey'in adı geçmez. Oğlu Orhan Gazi seferleri yönetmektedir.
Orhan Gazi zamanında, 1326'da Bursa alınmış, 1329 Pelakanon (Maltepe) Savaşıyla İznik savunmasız kaldığından teslim olmuştur. Beylik merkezi de iznik'e taşınır. 1331'de kuşatılan İzmit, o zaman alınamadı ise de şidetli bir abluka ve kuşatma ile 1337'de teslim olur. Bu hal Bizansı, İstanbula sıkıştırdığı gibi Anadolu yakasındaki büyük iktisadi ve ticari imkanlarından da mahrum bırakmıştır.

Bizans, Orhan Gazi zamanında hem iç karışıklıklar yüzünden, hem de Balkanlar üzerinden Sırplar tarafından bunaltılmış vaziyette idi. İmparator, bu durumdan Orhan Gazi'nin yardımıyla kurtulabildi. Buna mukabil Osmanlılar Geliboluda Çimpe kalesini aldılar. İmparator daha sonra bunun tehlikesini anlayıp, bu kaleyi Orhan Gazi'den 10.000 altına geri almak isterse de, artık iş işten geçmiştir. 1363'de Osmanlılar Edirneyi fethederler.
Bizansın iç mücadeleleri, bazen Türk yardımına başvurmaları, kilise rekabetleri, Venedik, Ceneviz çekişmesi Osmanlıların ilerlemelerini kolaylaştırmıştı. Bizansınbatı'danyardımisteği, Katolikliği kabul etmesi teklifiyle karşılanmıştı. Osmanlı Devleti şimdi Bizansı, batıdan da kuşatıyor ve Balkan devleti haline geliyordu. Hristiyanların Haçlı ittifakları 1364 Sırpsındığı zaferi, 1372 İkinci Meriç savaşı, 1389 Kosova zaferi ve 1396 Niğbolu zaferiyle bozguna uğratıldı. Edirne-Segedin anlaşmasıyla fetihler duraklar gibi görünürse de 1444 Varna ve 1448 ikinci Kosova zaferleriyle Türkler artık Balkanlara kesinlikle yerleşmiş vaziyette idiler.

Bizans ise fethe kadar yedi defa kuşatıldı:

1. kuşatma: 1391'de oldu ve yedi ay sürdü. Macar Kralının, Bulgaristana saldırma tehlikesi karşısında Yıldırım Bayezıt kuşatmayı, ağır şartlar kabul ettirerek kaldırdı. Fakatşehir uzaktan ablukaya alındı.
2. kuşatma: 1395'de yapıldıysa da Haçlı ordularının Osmanlı topraklarına tecavüzü sebebiyle kaldırılmak zorunda kalındı.
3. kuşatma: 1397'de yapıldı. Yıldırım Bayezıt Niğbolu zaferinden sonra Anadolu Hisarını yaptırarak, Bizansa denizden gelebilecek yardımları önlemeyi düşündü. Sonra İmparatordan şehrin teslimini istedi. Bizans imparatorunun, İstanbul'da bir Türk mahallesi kurulması, buraya bir Türk Kadı'sının tayini, hutbenin Yıldırım adına okutulması, yılda 10.000altın vergi vermesi şartıyla kuşatma kaldırıldı.
4. kuşatma: İmparator II. Manuel, Türk tehlikesini bu ağır şartlarla da olsa savuşturduktan sonra, Avrupa seyahatine çıkarak büyük bir Haçlı ordusu kurulmasına çalıştı. Bunun üzerine Yıldırım 1400'de İstanbul'u dördüncü defa kuşattı. Bu kuşatma ile Bizansın bütün ümitleri sönmüş, teslim olmak derecesine gelmişti. Bu sırada Timur'un doğudan Anadolu'ya girmesi ve 1402 Ankara Savaşında Yıldırım'ı yenmesiyle bu kuşatma da sonuç vermedi.
5. kuşatma: Fetret devrinde Edirne'de hakim olan Musa Çelebi tarafından 1412'de yapılırsa da bir netice alınamaz.
6. kuşatma: II. Murat tarafından 1422'de yapılmıştır. Fakat Bizansın teşvikiyle, Anadolu'da kardeşi şehzade Mustafa'nın isyanı üzerine iki ay süren bu kuşatma kaldırılır.
7. Kuşatma: Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1453'de yapıldı ve İstanbul'un fethiyle sonuçlandı. Bu fetih Türk ve İslam tarihi, Hristiyan-Avrupa tarihi bakımından önemi sebebiyle yeni bir çağ başlangıcı kabul edilmiştir.
Osmanlı Devleti, Avrupa-Hrıstiyan tarihinin önemli bir temsilcisine son vermişti. İstanbul'un fethiyle başlayan devreye, Osmanlı Tarihinin 'Yükseliş Devri" denir.

Diğer taraftan, bu fetihle İslam devletlerinin dış politika hedefi olan Bizansın fethi hadisesi de Türkler tarafından gerçekleştirilmiş oldu. Hz. Peygamberimiz bu fethi müjdelemiş ve teşvik etmişti. Fetih hadisi diye isimlendirilen bir hadis ashabtan Bişrül Ganevi'den rivayettir. Bu zat, bu hadisi bizzat Hz. Peygamberden işittiğini oğlu Abdullaha nakletmiş, Ahmed ibn. Hanbel de "Müsned" isimli büyük hadis kitabında bütün delilleriyle bunu tespit etmiştir.
İstanbul, genel anlamda yalnız Hristiyan dünyasının değil, İslam dünyasının da Mekke, Medine, Kudüs'ten sonra dördüncü mukaddes şehri olmuştur. Hilafet merkezi olunca da bu kudsiyeti daha da yaygınlaşmıştır.
İstanbul, Türk fütühatının da hedefi idi, "Kızıl Elma" siydi. Ayasofya önünde ve imparator Jüstinien'in at üstündeki heykelinin bir elinde tutulan altın küre bunu temsil ediyordu. Fatih Sultan Mehmet şimdi Türk Hakanı, İslam Sultanı ve Kayser-i Rum ünvanlarını taşıyordu.Rum ve Latin tarihçiler de O'nu "Allah'ın iradesiyle muzaffer, hükümdarların en büyüğü ve Romalıların İmparatoru" saymışlardır.

Bu büyük zafer Osmanlı Devletinin Balkanlardaki itibarını ve etkisini de artırdı. Bazı kral, despotvesenyörlerPadişah'a vergilerini göndererek bağlılıklarını bildirdiler. Papa V. Nikola ve ondan sonraki Papa III. Kalikst'in Haçlı ittifakı teşebbüsü gerçekleşmedi. Fatih'i tebrike gelen Sırp elçisi 10.000 duka vergiyi kabul ettiklerini bildirirken, Sakızdaki Ceneviz beyi 3.000, Midilli beyi 2.000 ve Trabzon İmparatoru da 2.000 duka olan vergilerini takdim etmişlerdi.
Osmanlı Devleti, sınırlarını batıda Belgrad'a kadar uzatmış, ve Tuna'nın güneyini tutmuştur. Fakat Fatih zamanında Belgrad fethedilemiyecektir. Burası Orta Avrupanın kilidi olmuştur.

Bu devirde batıda siyasi rakip Venediktir. Sırbistan (1459), Mora (1460) Eflak ve Bağdan'ın Osmanlılara bağlanması (1462-1476), Bosna-Hersek'in alınması (1463-1465), Amavutluk'un fethi (14631479) ile Balkanlardaki Türk hakimiyeti Tuna nehrine kadar uzanmıştır.
Ege denizi, Boğazlar, Karadeniz üzerindekki kontrol ve hakimiyet Venedik menfaatlerini zedelemekteydi. Venedik tüccar bir devletti. Buradaki Türk hakimiyeti, Venedik'in Doğu Akdeniz yollarını kesiyordu. 1463te başlayan savaşlara 1479da son verildiyse de Venedik zaman zaman ittifaklarla Osmanlının karşısına çıkacaktır.
Osmanlı Devletinin batıda bir Orta Avrupa devleti haline gelmesi Kanuni Sultan Süleyman'la olur. (1520-1566) Fatih ve II. Bayezıt devrinde güdülen deniz politikası bu hakimiyeti kolaylaştırır. Yavuz Sultan Selim de Akdenizi bir Haliç olarak değerlendirmiştir.

Osmanlı Devleti, XVI.yy'da tam bir cihan devleti karakterindedir. 1533 anlaşmasıyla Avusturya Arşidükası artık, Osmanlı sadrazamına denk sayılmıştır. (Avusturya bu durumdan ancak 1606 Zitvatorok anlaşması ile kurtulmuş ve Mukaddes Roma-Germen imparatoru olarak kabul edilip kendisine Roma Çesarı denilmiştir... ) Yine Kanuni, Avusturya ve İspanya hükümdarlarına yazdığı, mektupta "Hak taalanın inayeti ve ulu Peygamberimizin mucizatı berekatı ile ben ki yeryüzü hakanlarına taç giydiren, sultanlar Sultanı!..." diye başlıyordu. Burada Türk hakimiyet anlayışının İslami şekliyle devamını görüyoruz.
Fransa ise Osmanlı yardımına talip olmuştur. Osmanlı Hakanı karşısında Fransa hükümdarı, Fransa vilayetinin Françesko'sudur.
1521 Belgradın alınması, 1526 Mohaç savaşı, 15291. Viyana kuşatması, 1532 Alman seferi ile Osmanlı Devleti, Avrupada siyasi üstünlük sağlamıştır. Sadrazam Sokollu devrinde ise (1566-1579) batıda Lehistanın Osmanlı himayesine alınmasıyla (1575) en geniş sınırlara varılmıştır.

Osmanlı Devletinin doğuda en önemli politikası "Doğu Anadoluya hakimiyet" meselesiolmuştur. Trabzon Rum Devleti yıkılmış, Akkoyunlularla (Uzun Hasan) Otlukbeli Savaşı (1473) yapılmıştır. Bu bölge jeopolitik önemi sebebiyle Osmanlı Devleti-Mısır Memlukluları-İran (Akkoyunlu Devleti) arasında çekişme alanı olmaktadır. Otlukbeli Savaşı Akkoyunlu Devletini çökerttiği halde bu sorun II. Bayezıt, Yavuz zamanlarında devam edecek, mezhep meselesi gibi değişik sebeplerle ve Şah İsmail'le sürecektir. Şah İsmail mezhep propagandası ile Doğu Anadoludaki hakimiyet alanını genişletmek istemektedir. Bu bölge Ön Asyanın, eski çağlardan itibaren hassas bir bölgesidir. Doğu Akdeniz limanları, Süveyş mıntıkası ve Basra havzasının hakimiyeti burada düğümlenmektedir. Eski fetih ve istila istikametleri de bunu göstermektedir. (Pers, İskender, Bizans, Arap, Selçuklu, Moğol, Timur örneklerinde olduğu gibi... Birbirleri arasında yüzlerce yıl olan bu olayları hep aynı yönlerde geliştiren bölgenin jeopolitiğidir... )

Osmanlıların doğu ve güneydoğu Anadoluda ilerlemeleri Mısır'ı (Memlukluları) da rahatsız etmektedir; Fatih ve II.Bayezıt zamanında münasebetler çeşitli bahanelerle gerginleşmiş, Memluktular Cem meselesine karışmışlardır. Yavuz'un Mercidabık Savaşı (1516) ve Ridaniye Savaşı (1517) ile bu mesele Osmanlının lehine çözümlenmiştir. 1514ÇaldıranSavaşıylaİran'ın(Safevi Devleti) direnişi kırılmış, daha sonra Kanuni'nin Bağdat seferiyle (1534) ve Amasya anlaşmasıyla (1555) doğu meseleleri istikrara kavuşmuştur. Bu bölgedeki sorunlar daha sonraki yüzyıllarda zaman zaman yenilenirse de bir kıymeti yoktur. Hele 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasından sonra durum daha da istikrar kazanır. XVIII.yy'dan sonra ise Osmanlının karşısına, doğu meselelerinde Rusya çıkmaya başlar.
Doğu meselelerinin çözülmesiyle, bölgenin ticari ve iktisadi imkanları Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Ayrıca Halifelik de Osmanlı hanedanına geçerek, devleti İslam dünyasının da lideri yapmıştır.

Sokollu devrinin iki önemli teşebbüsü, Don-Volga kanal teşebbüsü ve Süveyş kanalı teşebbüsüdür. Bunlar her ne kadar başarılamadıysa da, Osmanlı dış politikasının ufkunu göstermesi bakımından önemlidir.

Denizlerde ise; Fatih devrinde Kırım ve İtalya seferleri, Osmanlıları denizlerde de etkili hale getirmişti. XVI.yy'da Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Umman denizi Osmanlı donanmasının hakimiyetinde olmuştur. Yeni ticaret yollarının keşfiyle, bu mücadele Hint Okyanusuna intikal etmiştir Akdenizde Barbaros Hayrettin Paşa, Preveze deniz zaferiyle (1538) Akdeniz Haçlı donanmasının gücünü kırmıştır. Hint seferleri ise (1538, 1551, 1552, 1553) umulan başarıyı getirememiştir. Bu seferlerde Piri Reis, Şeydi Ali Reis gibi aynı zamanda coğrafya bilgini olan ünlü denizcilerimizi görüyoruz.

XVII.yy, Osmanlı Devletinin siyasi tarihi bakımından bazen başarılı, bazen başarısız geçmiştir. Bu devrede İranla yapılan mücadeleler 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla son bulmuştur. 1606 Zitvatorok, 1664 Vasvar anlaşmaları ile, batıda Avusturyanın Osmanlıya denk siyasi kudret haline geldiğini görüyoruz.
1669'da Girit'in fethi, Genç Osman'ın Lehistan seferi (1620) ve IV. Mehmet zamanında yapılan Lehistan seferi (1672) gibi bazı başarılar görülürse de, Osmanlı Devleti II. Viyana kuşatması ile (1683) başlayan seferde yenilerek 1699Kariofça Anlaşmasını, Ruslarla da İstanbul Anlaşmasını (1700) imzalamak zorunda kalır. İlk defa toprak kaybedildikten başka, şimdi yeni bir siyasi kudretle karşılaşılmaktadır; Rusya güney politikası icabı Karadenize ulaşmak ve Azak'ta bir liman elde etmeye çalışmaktadır. Osmanlı Devleti, Rusları her ne kadar buradan uzaklaştırmaya muvaffak olursa da (1711) Ruslar, güttükleri saldırgan ve müdahaleci Balkan ve Kafkas politikalarıyla genişlemesini hemen hemen tamemen Osmanlı Devletinin aleyhine tahakkuk ettirmişlerdir. Bu parçalanmadan politik ortama göre zaman zaman Avusturya, İngiltere ve Fransa da faydalanmışlardır.

1715-1718 Osmanlı - Venedik ve Avusturya savaşlarında, Venedik cephesindeki başarılarla Mora kurtarılırsa da, Pasarofça Anlaşmasıyla Belgrat Avusturya'ya bırakılmıştır.

1736-1739 savaşlarında Rusya ve Avusturya'ya karşı başarılar kazanılarak Belgrat anlaşmalarıyla Belgrat kurtarılırsa da Osmanlı Devleti, 1768-1774 Rus savaşı ve yenilgisiyle tarihinin en ağır anlaşmalarından biri olan Küçük Kaynarca Anlaşmasını imzalamak zorunda kalır. Böylece Rusya, Avrupa büyük devletleri arasına girerek, Ortodoksları korumak bahanesiyle Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmak imkanını da elde etmiştir.
XVII-XVIII.yy'ların bu siyasi olaylarından başka, yine bu devreden itibaren, Osmanlı Devletinin en önemli meselelerinden biri de başarısız bir İslahat geleneğinin başlamış olmasıdır.

Türkler, tarihleri boyunca bazı kültürlerle temasa gelmişlerdir. Uzun siyasi tarih içinde, değişik coğrafyalarda varlık gösterirken, oraların yerli kültürleriyle (maddi ve manevi yönden) temas kaçınılmaz olmuştu. Cemiyetlerin kültürel etkileşimleri, eski çağlardan itibaren iki farklı kültüre sahip toplumun varlığından ve birbirlerinin farkına vardığından beri olagelmiştir. Toplumlar temaslarını teknik, ilmi, coğrafi gelişimlerin alış-verişi suretiyle yaparlarken esas unsur insan olmakta, etkileşim "insan" vasıtasıyla sürdürülmektedir. Aydınlar diyebileceğmiz kesim, o diğer toplumla temas halindedir. Bu etkileşimin neticeleri karşılıklı olarak aşağılara doğru iner. Bazen bu temaslar ve etkileşim daha ani ve sert olabilir. Bu temastan müspet sentezler oluşursa medeni hamleler doğar. Eğer bu etkileşim tek yönlü aynileşmek biçiminde tezahür ederse sosyal buhranlar görürüz. Bu temasta seçici kabiliyetini kaybeden kültür gittikçe kaybolmaktadır. Bu da zaman zaman bunalımlara yol açmaktadır, işte Osmanlılar şimdi böyle bir yolun başlangıcındadırlar.

İlk ciddi İslahat teşebbüsü Genç Osman'la başlamıştır. (1618-1622) Çok kısa sürmüş ve O'nun ölümüyle sonuçlanmıştır. Köprülüler devri ise (1656-1683) yenilik hareketleri bakımından genel olarak başarılı bir devredir.

"Duraklama Devri" denilen, XVII.yy ıslahatlarının genel özellikleri ise şunlardır:

1 -Şiddet'e dayanır. Asayişisağlamak politikaları ön plandadır.
2 - Islahatlar kurumsal olmaktan çok kişiseldir.
3 - Islahatlar, devlet adamlarının şahsi çabaları ve yetenekleri ölçüsünde başarılı olmuştur.
4 - Islahatlarda batı'yı red vardır.
5 - Eski kurumların devamı mahiyetindedir.
6 - Askeri alandadır.
7 - Devamlılık yoktur, kopuk kopuktur.

XVIII.yy'ın önemli yenilikleri ise Lale Devrinde (1718-1730) yapılmıştır. Bundan sonra III. Selim'e kadar olan dönem serbest kültür değişimi ve daha çok teknik iktibasların yapıldığı devredir. Bu devirde matbaa yurdumuza girmiştir.(1727) Halbuki evvece Yahudiler tarafından (1492), Ermeniler (1567) ve Rumlar tarafından (1627) kullanılıyordu. Bu tarihlerde İstanbulda üç, Selanikte bir basımevi vardı.
Bu yüzyılda ani, kanlı ve devamlı bozgunlar Osmanlı Devletinin Avrupa karşısındaki psikolojik direncini de kırdı. Batı medeniyetinin ilmi kökleri kavranmadan birteslimiyet içine girildi. Bu hal zamanla Batıya karşı hayranlık ve kompleks yarattı.
Lale Devri'nin özelliği ise; "Osmanlı imperatorluğunun içinde bulunduğu müşkül vaziyetten, acı realiteden bir nevi kaçışı ifade etmesidir. İstikbalin hesabına tesis edilmeye çalışılan suni ve muvakkat bir muvazene ve sükun sayesinde yakın geçmişin dertleri, geleceğin endişe ve kayguları sanat, debdebe ve ihtişam havası içinde zevk ve sefa ile unutulmaya çalışılır."

XVIII. yy. Islahatlarının en belirgin özelliği ise, batıyı kabullenme ve yeniliklerde batılı uzmanlardan yararlanmadır; I. Mahmut zamanında "Hendesehane" ile batılı tarzda askeri eğitim veren okul açılırken bu gelenek Mühendishane-i Bahri Hümayun ve Mühendishane-i Berrü Hümayun'la sürdürülmüştür. Kont dö Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa) ve Baron dö Tot gibi yabancı uzmanlardan yararlanılmıştır.

XIX. yy. İslahatları tabii olarak, evvelki yeniliklerin bir devamı mahiyetindedir. Avrupa, sanayi hamlesini de yapmak suretiyle arayı gittikçe açmakta, üstelik Osmanlı Devleti yeni yeni meselelerle gittikçe çözülmektedir. Bu yüzyılda II. Mahmut ve O'nu izleyen İslahatlar niteliği ve oluşu itibariyle farklılık gösterirler.
III. Selim ıslahatlarından bazıları serbest mahiyetli (yaşayış tarzı, kılık, kıyafet.) bazıları da mecburi değişim karakteri gösterir. (Askeri alanlarda yapılanlar gibi) Devletin meseleleri karşısında, devlet adamlarının fikirleri alınır, (layihalar) Bir İslahat ekibi padişahla müşavere halindedir. Fakat hala acil ihtiyaçları giderme yolunda yenilikler yapılmaktadır. Bundan sonra artık 1923'e kadar sürecek olan yenilikler zincirini takip ederiz.

XIX.yy. yeniliklerinin genel karakterlerini de şöyle sıralayabiliriz:

1 - Bu yeniliklerher alanda yapılmıştır. Evvelce, genellikle askeri alanda yapılırken, şimdi cemiyet hayatının her katına yayılmıştır.
2 - Artık Avrupayı bir kabullenme vardır. Evvelce Avrupada daimi elçilik teşkilatı bile yoktu. Avrupa devletlerinin, İstanbulda elçi bulundurmalarının Osmanlı Devletine saygılarından ileri geldiği sanılıyordu. Şimdi III. Selim devrinde daimi elçilikler kurulmaya başlandığı gibi Avrupaya öğrenci de gönderilecektir.
3 - Avrupadan yeni müesseseler alınmıştır. Evvelki yeniliklerde eski müesseselerin devamı sağlanmaya çalışılmıştı. 1826'da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla ordu ve askeri teşkilat Avrupa örneğine göre kuruldu. Yönetimde Bakanlıklar, Meclisler kurulmak suretiyle yeni bir teşkilatlanmaya gidilir. Yeni okullar açılır.
4 - Bu yüzyıl yenilikleri git gide bir fikriyat üzerine oturmaya başlar. Bu, siyasi olayların da etkisiyle "Osmanlılık" fikridir. Yeni bir millet ve devlet yaratmak ülküsü... Fakat bu hal, tarihi gerçeklerle görülür ki mümkün olmamıştır. Tanzimat (1839), Islahat(1856) ve I. Meşrutiyet (1876) yeniliklerinin temel fikri "Osmanlılık" idi.
5 - Bu yenilik hareketleri, Osmanlı Devletine dıştan bir müdahale ile olmaktadır. Bu ıslahatlar yapılmakla hep dış politikada bir fayda umulmuştur. Meşrutiyet ilan etmekle, Avrupa devletlerinin müdahalelerinin önleneceği zannedilmiştir. Bu müdahaleler 1856 Islahat Fermanında daha açıktır. Böylece yapılacak yenilikler bir bakıma Avrupa devletlerinin denetimine bırakılmış, onlara karşı bir yükümlülük altına girilmiştir. Fakat onları tatmin etmek bir türlü mümkün olmadığından ıslahat teşebbüsleri hep birbirini takip etmiştir.
6 - Bu devir ıslahatlarında da Avrupanın ilmi zihniyeti ve bu gelişmenin ilmi bir birikim sonucu olduğu farkedilmemiştir. Bizzat Padişahların ve ıslahat kadrolarının yetersizliği de bu başarısızlıkların sebebi olmaktadır. Avusturyalı meşhur devlet adamı Metternich'in 3 Aralık 1829 tarihli, Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı mektupta ve "Müşavir Paşa" adıyla tanınan A.SIade'nin kitabinda bu hususun daha açık biçimde eleştirildiğini görüyoruz. O'na göre Padişah, medeniyetin hikmetlerini öğretecek yerde, şekil ve teferruatla uğraşmakta idi.
7 - Bu devir yenilikleri önceliklerinden tarzı, çeşidi, bağlı bulunduğuşartlarbakımındanfarklıdır. Yeniçeri Ocağının kaldırılması artık müspet bir unsur olarak değerlendirilebilir. Zaman zaman ayaklanmalar görülürse de (III. Selim ve Alemdar'a karşı) artık İslahatlar devamlılık kazanmıştır. Yine bu yüzyılda yapılan yeniliklerle Osmanlı Devleti hukuki manada yeni, çağdaş bir teşkilatlanmaya doğru gitmektedir. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Ana-yasa) kabul edilir ve parlamenter sisteme geçildiğini görürüz.
8 - XIX.yy. İslahatlarının önderliği padişahlardan, devlet adamlarına onlardan da fikir adamlarına ve aydınlara intikal etmiştir. Bu hal, çağdaşlaşma hususunda bir fikir zemini oluşturacaktır. Garblılaşma, devletin resmi meselesi olmaktan yavaş yavaş çıkarak içtimai bir gerçek olmaktadır, (özellikle 1876"dan sonra.)
XIX.yy. İslahatları da, genel açıdan başarılı olmamışlardır. Bir kere fikir olarak yanlış temele oturmuştu. Toplum kültür, tarih, din bakımından bir mozaik görünümünde idi. Devrin siyasi şartları da düşünülürse "Osmanlılık" fikri gerçekçi değildir. Türk ve Müslüman olmayan unsalların Osmanlı Devletiyle bütünleşmek ve kaynaşmak amaçları yoktu. İkincisi Islahat hareketleri gerçekten "medeniyetin hikmetlerini" almakyerine, iktibastan ibaret kalmıştır. Asıl zihni inkılap gerekmekte, ilmi hamle gerekmekteydi. Yetişilmek istenen Avrupa, Avrupalılaşmak amacı bazen çok sapmış zararlı olmuştu. Türk milletini küçük görme, Avrupaya teslimiyet biçiminde tezahür etmiştir.

Aşağı yukarı bu ikiyüz yıllık devre bir bütün olarak medeni etkileşim ve çağdaş medeniyetin öncülüğünün el değiştirmesi açısından yorumlanmalıdır.
Osmanlı Devleti kültürel bakımdan bu meseleler içinde iken siyasi ve askeri bakımdan da rahat bir vaziyette değildi. 

Devrin diğer meselelerini de şöylece gösterebiliriz:

I - Avrupanın sömürgeci ve müdaheleci siyaseti:

Avrupa devletleri sanayinin gelişmesi, ham madde ve pazar ihtiyaçları sebebiyle sömürgeci bir politikayla dışa açılmışlardı. Kendi insanı olan Amerika bile bu politikadan kendini kurtaramamıştı. Fakat bu devletler, Avrupa kıfasında birbirlerine karşı hassas bir denge politikası uyguluyorlardı. XIX.yy'da İngiltere, Fransa, Rusya biraz sonraAlmanyaaynı politikanın şevkiyle, ama değişiksebeplerle Osmanlı Devletine yönelmişlerdi. Bu devletler bazen Osmanlıdan yana görünüyorlar, bazen karşısına geçip topraklarını hep birilkte paylaşıyorlardı. İttifak cepheleri çok kolay değişiyordu.

İngiltere sömürge yollarını ve Doğu Akdenizdeki çıkarları sebebiyle, Rusya saldırgan güney politikası sebebiyle, Fransa ve Almanya Avrupadaki kuvvet dengesi hesaplarıyla ve dağılmakta olan Osmanlı Devletinden hisselenmek sebebiyle, ama hepsi de Osmanlı'nın aleyhine bir "Şark politikası" güdüyorlardı.
Denebilir ki, Osmanlı Devletinin çökmesinde yalnız Rusyanın güttüğü saldırgan politika en önemli etki olmuştur.<513) Bu son iki yüz yılda, aşağı yukarı onbeş yıla, yirmi yıla bir Rusya savaşı düşmektedir. Buna Rusyanın teşvikiyle çıkan, onun desteğiyle süren isyanlar dahil değildir. Bir de bu arada İran, Avusturya, Fransa ile yapılan savaşlar da düşünülürse, Osmanlılar bu sürekli savaş politikalarıyla adeta düşmanları tarafından büyük birsoy kırımına tabi tutulmuşlardır.

Rusyanın amacı, Türklerden boşalan Balkanları kendi nüfuzu ile doldurmaktı. Güttüğü Panislavist politikanın nihai hedefi Boğazlar ve Doğu Akdenizdir. O zaman ise karşısına ingiltere ve Fransa çıkmaktadır. Fakat olan Osmanlı Devletineolmakta, İngiltere cebren Kıbrısı işgal etmekte (1878), Mısır'a yerleşmekte (1882), Fransa Tunusu elegeçirmektedir.

(1881)

Yapılan İslahatlarda Avrupalı devletlerin müdahalelerine sebep olmaktadır. Aslında Rusya ve Avusturya Osmanlılardaki meşrutiyet hareketlerinin kendilerine örnek olmasından da çekinmektedirler. Azınlıkların sağlamak istedikleri şey ise imtiyazlar, muhtariyet ve bağımsızlıktır. Kısacası bu ıslahatların ciddi bir barış ortamı, birleşik kaynaşmış bir toplumu doğurmasını ve Avrupalıların artık bu meselelere karışmamasını beklemek mümkün değildir. Çünkü Batı'nın çıkarı çözüm değil, çözümsüzlükte idi. Nitekim öyle olacak, sorunlar birbirini izleyecektir. Bazen "Kutsal yerler" meselesi, bazen ıslahatların yeterince uygulanmadığı iddiaları müdahele sebebi olacak, Osmanlı Devleti de her defasında daha fazlataviz vermek zorunda kalacaktır.

II - Milli isyanlar ve milliyet meseleleri:

Avrupada, Fransa ihtilaliyle ortaya çıkan milliyet meselesi Osmanlı Devletinde bir parçalanma sebebi oldu. Halbuki Avrupada Almanya ve İtalya devletlerinin kurulması bu fikrin zaferi olarak görülmüştür. Osmanlı toplum yapısı ise bir sosyal mozaik görünümünde idi. Bu toplumların her biri dil, inanç ve kültürünü yaşatabilmişti. Şimdi bu toplulukları anayasa ve bir hanedan fikri etrafında birleştirmek mümkün olamamaktadır.
Bu gruplar (azınlıklar) şimdi, Avrupa devletlerinin desteğinden, Osmanlı Devletinin zaafından faydalanarak istiklallerini sağlamaya çalışacaklardır; Sırp isyanı (1804), Yunan isyanı (1820-1829) ve Yunanistanın kurulması, Bosna-Hersek, Eflak-Boğdan isyanları, bunlara Avrupa devletlerinin müdahaleleri, bunlarla iç içe gelişen bazı meseleler (Mehmet Ali Paşa isyanı ve Mısır meselesi, Boğazlar meselesi gibi... ) Osmanlı Devletini sürekli buhran içinde bırakmıştır. Bunlardan sonra da Osmanlı Devleti, Balkanlarda kurulan bu devletçiklerin tecavüzleriyle uğraşmaya başlamıştır. Mesela Yunanistan kuruluşundan sonra her buhranda topraklarını Osmanlı aleyhine büyütmek yolunu tutmuştur.

Bu hal devletin Müslüman teb'asında da görülmüş, Osmanlı Devleti güneyde de huzursuz olmaya başlamıştır. O yıllarda güdülen "İslamcılık" siyaseti bu toplumu, devletle kaynaştıramamıştır.

III - Avrupalı devletlere borçlanma:

1535'de Osmanlı Devletinin yararına görülen, üstelik bir emniyet unsuru olarak devamsızlık özelliği gösteren kapitülasyonlar 1740'da devamlı hale getirilmişti. Bu kapitülasyonlar, ticari imtiyazlar sonunda Osmanlı Devletinin ekonomisi iyice bozuldu.

Osmanlılarda, beliren bu ekonomik güçlükler ve mali bozukluklardan kurtulma fikri ilk defa I. Abdülhamid'le (1774-1789) ortaya çıkmıştır. Fakat mümkün olmamıştır. III. Selim devrinde (1789-1807) bazı İslam ülkelerinden borç almak için teşebbüse geçildiyse de başarılı olunamadı. II. Mahmud'un, İngiltereden borç almak teşebbüsü de netice vermemiştir.

1850'de bu borç para almak fikri Meclis-i Vala'da uygun görüldü. Aynı yıl bir Paris ve Londra bankasıyla yapılan sözleşmeye göre 55.000.000 frank borç alınacaktı. Fakat daha sonra, Abdülmecit zamanında borçlanma aleyhdarlarının baskısıyla bundan vazgeçildi.
İlk borçlanma Kırım savaşı sırasında, 1854'de yapıldı. 1855'de ikinci borçlanma görülür. Borçlanma karşılığında Mısır hazinesinden alınan para Suriye ve İzmir gümrük gelirlerinin bir kısmı gösterilmişti.

1858 ve 1860 üçüncü ve dördüncü borçlanmalar yapıldı. Bunlara rağmen israftan vazgeçilmediği için bu borçlanmalardan bir fayda sağlanamadı. Devlet adamlarının bu hususta fazla bilgileri de yoktu. Devlet borçları için, daimi gelirlerden bazıları karşılık gösteriliyordu. Böylece Avrupa devletlerinin, Osmanlı maliyesine müdahaleleri kaçınılmaz oldu. Devletin mali istiklali çok sarsıldı ve sağlam bir ekonomi yaratmak imkanları azaldı.
Osmanlı Devleti, 1874 yılına kadar onbeş dış borçlanma yapmıştı. Bu devrede eline yaklaşık olarak 127.000.000 lira geçtiği halde, 239.000.000 liraya yakın borçlanmıştı.

Osmanlı maliyesi iflasın eşiğine gelmişti. Alıcılar kendi hükümetlerine başvurarak, alacaklarının tahsilini istiyorlardı. Nihayet İngiliz, Hollanda, Fransız, Alman, Avusturya, İtalyan ve Osmanlı alacaklılarının temsilcilerinden meydana gelen bir heyet, resmi adı "Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye-i Meclisi İdaresi" adıyla, sabit gelirlere bir bakıma el koyuyorlardı. Tuz inhisarı, tütün, ispirto inhisarı, pul ve damga resmi, ipek aşarı, balık rüsumu, Bulgaristan emareti vergisi, Doğu Rumeli vergisi gibi gelirler bu idareye bırakılmıştı.
Osmanlı Devleti, artık Avrupa için daha kolay yutulur bir lokma oluyordu. Buna rağmen borçlanmalar bundan sonra da sürdürülmüştür.

IV - Osmanlı Devletinin dış politikadaki denge siyaseti:

Bu tabii diğer siyasi olaylar, devletin iktisadi ve askeri durumu ile de bağlantılıdır. Artık Osmanlı Devleti yalnız başına ayakta duramamaktadır. Sürekli müdahaleler ve birbiri peşine gelen savaşlar devleti çok yıpratmıştı. Kaldı ki, Avrupa devletleri çok çabuk müttefik değiştirmektedirler. Bir tarihte Osmanlının müttefiki olan devlet, biraz sonra O'nun topraklarının paylaşılması için gizli anlaşma yapmaktadır.
Osmanlı Devletinin, ilk defa Paris Anlaşmasıyla (1856) toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin kefilliğine bırakılmıştı. Bu hal, devletlerarası politikada Osmanlı Devletinin durumunu ortaya koymaktadır. Bu durum hükümranlık hakları bakımından anlaşılamaz bir haldir. Buna imza atan devletlerin de 1878 Berlin Konferansında Osmanlı topraklarını paylaştığını görüyoruz.

Osmanlı Devleti ise dış politikada, Avrupa büyük devletlerinin peşinde gitmek suretiyle bir denge politikası uygulamaya çalışmıştır. Osmanlı yaşamaktadır ama, bu büyük milletin devletinin dağılması da uzun sürmektedir. Avrupa devletlerinin zararlı politikaları dışardan, beceriksiz, bilgisiz yönetim içerden sanki bu yıkılışı çabuklaştırmaktadırlar.

Osmanlı devlet adamları, Avrupadaki politik nüfuzlarına göre İngiltere, Fransa, Rusya taraflısı bir politika takip etmektedirler. Bu duruma göre, o devletin İstanbuldaki büyükelçisi kendisini yönetime karışmaya yetkili saymaktadır. En son Berlin Konferansındaki etkisi ve Fransayı yenmesiyle yeni bir güç olarak beliren Almanyanın peşinden gidilir. Fakat diğerlerinde olduğu gibi bu politikanın da zararları görülür. Osmanlı Devleti kendini I. Cihan Harbinin içinde bulur ve Devletin birdenbire çözüldüğünü görürüz.

Osmanlı Devletinin bu iç ve dış meseleleri XX.yy. başlarında iyice ağırlaşır; II. Abdülhamid'in tahttan indirilişi, İttihad ve Terakki yönetimi, arkasından Trablusgarb savaşı (1911), Balkan savaşları (1912-1913) sebebiyle Osmanlı Devleti kendini toparlamaya vakit bulamadan I. Cihan Harbi patlar.
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile aşağı yukarı iki yüz yıldan beri Türk devleti için takibedilen bütün yıkıcı politikaların icraat safhasına girmesine imkan verilmşitir. Fakat yüce Türk milleti tarihi devamlılık ve ebediyet şuuru içinde yaşama azim ve iradesini, siyasi hayatiyetini göstermiş ve Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde yaptığı İstiklal Harbimizle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuştur.

Kaynakça
Kitap: Tarihte Türkler ve Türk Devletleri
Yazar: Nuri Yazıcı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karahanlı Devleti: 840-1212 (Bilge Kül Kadir Han)

Batı Hun İmparatorluğu: MÖ 48-MS 216 ( Pi)

Avrupa Hun İmparatorluğu: 375-469 (Balamir)